Nerede yaşamak istersiniz?
“Ege’de bir köyde, denize yakın, temiz hava, temiz gıda, arabayla kısa mesafede pek çok güzel yeri görme fırsatı olabilen…”
Yukarıdaki cümlelerin sesi pandemi süreci ile daha da yükseldi, artan bir hızla Ege’ye göç başladı.
İstanbul’da yaşayanlar için Ege çok kaliteli bir yaşam alanına kaçış hayali.
İstanbul artık yaşanmaz hale geldi, en güzeli Ege’ye kaçmak…
Peki yanınızda, bohçanızda, zihninizde götürdüklerinizle, Ege’yi de kaçtığınız yer haline getirme riski için ne düşünüyor sunuz?
İstanbul da 60-70 yıl önce doğası, temiz havası, kolay erişebilirliği ile çok daha yaşanır, dünyanın gözbebeği bir yerdi, benim için hala öyle. Bugüne gelen sürecin sebepleri, arka planı çok ayrı bir yazı ve sohbet konusu. Mesele bütünsel olup bir kısmını ayırmak zor olsa da burada Döngüsel Tasarımcı ve ekolojik bakış açımla yaşadığımız mekan üzerinden sizleri birlikte düşünmeye alan açarak, sorgulamaya davet ediyorum.
Gerçekte(n) nerede yaşamak istersiniz?
Yaşadığınız evi ne kadar tanıyorsunuz ?
Peki yaşadığımız mekana insan eli değince değişenler nelerdir?
‘Ne yersek o’yuz. Ya yaşadığımız mekanın, mekanı oluşturan katmanlar ve malzemelerin üzerimizdeki etkileri nedir?
Yaşadığımız mekanın ruhsal, bedensel, zihinsel olarak üzerimizdeki etkileri nelerdir?
İnsan, ne yerse o’dur, ne düşünürse onu yaşar, hayal ettiği kadar özgürdür, yaşadığı mekandır aynı zamanda. Günümüzün sürdürülemez dünyası daha yaşanır bir hale gelsin diye ömrü boyunca emek verdiği çalışmaları ile Türk Mimarlığının en önemli isimlerinden Mimar, şair, yazar Cengiz Bektaş hocamız çok önemli bir aydın kimliği, zarafeti, yaşam felsefesi ile yaşarken olduğu kadar, sonsuzluğa uğurladığımız zamansızlıkta da evrensel bakış açısıyla her daim hepimize yol gösterici ve ilham veren bir üstat. “Herkes için Kent” kitabının ön sözünden birkaç cümle paylaşmak istiyorum:
“İnsanın dünyası kültür dünyasıdır.
İnsan içinde yaşayacağı bu çevreyi kendi yaratır. Yarattığı çevre onu etkiler, biçimlendirir, yeniden yaratır.
Çevresi için bir şey yapmayan (onu savunmayan, ona katkıda bulunmayan) insan, kendisi için de bir şey yapmıyor demektir.”
Ev alırken evin iç donanımını oluşturan ekipman, malzemelerin kat ettiği yollar, inşaat sektörünün aşırı tüketime yetişebilmek için hunharca harcadığı enerji, İstanbul’un bazı semtlerinde sadece son 65 yılda 5 nesil yıkılıp yeniden yapılan apartmanların “daha lüks, daha gösterişli, daha modern, daha büyük, daha görkemli” ihtiyaçlara cevap verme telaşı, her yıkılıp yeniden yapılma sırasında soluduğumuz atmosfere yayılan kirli hava ve gazlar, yaşadığımız mekanı, yuvayı seçerken, sadece seçimlerimizin bilmeden farketmeden dünyaya bıraktığı karbon ayak izini düşününce Greta Thunberg’ler çoğalsın diyor insan. Davranış biçimi ve tüketim alışkanlıklarının değişimi büyük bir dönüşümün ilk eşiği olacak. Evet evin içinde hangi malzeme kullanıldığı önemli, şöyle önemli :
o malzeme üretilirken enerji sarfiyatı dikkate alınarak fosil yakıt harcanmadan, adil-etik-dürüst ticaret ile üretilmiş mi? Evin kullanımında enerji tasarrufu, iç hava kalitesi, atık yönetimi, doğal kaynakların kullanımı nasıl sağlanmıştır?
Adil-etik-dürüst ticaret derken neyi kapsıyor:
1. Ekonomik olarak dezavantajlı üreticilere fırsatlar yaratılması,
2. Şeffaflık ve sayılabilirlik,
3. Kapasite oluşturma,
4. Adil Ticaretin tutundurulması,
5. Adil bir fiyatın ödenmesi,
6. Cinsiyet eşitliği,
7. Çalışma koşulları,
8. Çocuk işgücü,
9. Çevre.
Kentler aynı metabolizma gibi işliyor:
Enerjiyi alıyor, işliyor, tüketiyor ve atık olarak kusuyor. Kentler aynı zamanda materyal dönüşümünün de arkasındaki itici güç. Materyali dönüştürmek için muazzam miktarda enerjiye ihtiyaç duyuyor ve bu enerjiyi kültür inşasından iş imkanına, eğitimden ilaç ve eğlenceye kadar geniş bir yelpazede kullanıyor. Fosil yakıtlara dayalı sistemimizde bunun anlamı sera gazı salımlarının yükselmesi. Unutmayalım, iklim krizini derinleştiren salımların %70’i kentlerimizden kaynaklanıyor. Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre de Dünya çapında en yüksek karbon ayak izi olan 100 kent (İstanbul bu 100 kent arasında 26., Ankara ise 80. sırada) küresel karbon ayak izinin %18’inden sorumlu durumda. Şayet günümüzdeki kentleşme eğilimimizde ve kentlerde tükettiğimiz enerjiyi kullanma pratiklerimizde değişim olmazsa 2050 yılına kadar kentsel enerji kullanımı 2005 seviyesine göre üç kat artacak. Bu artışa bir de fosil yakıt endüstrisine bağlılığımız eşlik ederse iklim krizi katlanarak derinleşecek.
Kentler, yapılaşma ve inşaat faaliyetleriyle, ulaşım ağlarının genişlemesiyle arazi kullanımı pratiklerini de değiştiriyorlar. Bu süreç, tarım ve bitki örtüsü kaybına yol verirken aynı zamanda ısı adası etkisi yaratıyor. Özellikle plansız şekilde büyüyen kentler daha fazla asfalt ve beton yoluyla güneşten gelen ısıyı emerek sıcaklık artışını şiddetlendiriyor. Yapılı alan, kentin çeperlerine doğru genişledikçe ısı adası etkisinin hem etkilediği alan hem de şiddeti artıyor. Yapılan bir araştırma bir Akdeniz şehrinde yaz mevsiminde ısı adası şiddetinin 6 dereceye kadar çıkabildiğini gösteriyor. Kısa vadede yerel iklim koşullarını değiştiren ısı adaları, özellikle yaz aylarında kentin soğutma ihtiyacı sebebiyle enerji tüketimini de aşırı derecede arttıran bir etmen olarak karşımıza çıkıyor. Küresel ölçekte yapılan bir araştırmaya göre bina merkezli soğutma ve ısıtma kaynaklı sera gazı salımları %40 civarında.
Ekonomik faaliyetlerimizin büyük çoğunluğunun kentlerde döndüğü hesaba katıldığında kentler enerjinin en hareketli şekilde tüketildiği mekanlar olarak karşımıza çıkıyor. Binalardaki enerji kullanımımız, ulaşım pratiklerimiz, tüketim kalıplarımız ve ortaya çıkan atıklarla baş etme yöntemlerimiz, kentsel gelişimin şekli ve doğal alanların kullanımı, kentin ihtiyaç duyduğu enerjiyi temel olarak fosil yakıtlardan karşılamamız gibi birbiriyle ilintili bir dizi faktör kentlerimizi gün geçtikçe derinleşen iklim krizinin de ana faili konumuna getiriyor.
“Tercihler” , “Tüketim alışkanlıkları”, “Davranış şekli”
Bunlar çok detaylı konular kim uğraşacak diyorsanız o zaman yaşanmaz hale geldi denilen İstanbul’dan kaçıp
Ege’ye göç ederken bir daha düşünme zamanı. Sadece bir insan nesil yaşamı sürecinde, yüzlerce yıldır dünyanın gözbebeği olan kenti bu hale getirebilen seçimler; davranış ve tüketim alışkanlıkları değişip dönüşmediği takdirde her yeri yaşanmaz hale getirmeye devam edecek.
Dönüşü yok, geç bile kalındı, şapkayı masaya koyup defalarca düşünme zamanı! Ege’lilere de “nerden geldiler buraya, burayı da mahvettiler” dedirtmemeli.
İlişkilerin, yaşamın, almanın hızla tüketildiği bir zamanda sürmüyor artık bu dünya.
“Tüketici vatandaş” dan “Küresel vatandaş” olmaya, “EGO” bilinçten “eko” bilince geçmek için başka türlü yaşamak mümkün!
Ömrünüzün %90’ını kapalı yapay çevrelerde, yani yapı içlerinde geçirdiğimizden dolayı,
iç mekanlar sağlığımızı belirleyen en önemli ortamlar olmuşlardır. Bu iç ortamları düzenleyerek hastalanmadan sağlıklı kalmak, “Sağlıksal tedbirlilik” olarak da tanımlayabileceğimiz bu yaklaşım, günümüzde özellikle çevre bilincinin tabana yayıldığı gelişmiş toplumlarda yaygındır.
Yapıdan kaynaklanan ruhsal ya da bedensel bir hastalığı tedavi etmek zorunda kalmak yerine, yapıyı baştan bizi hasta etmeyecek şekilde tasarlayarak yaşamak en doğrusu.
Seçeneğiniz olsaydı Doğal bir evde yaşamayı tercih etmez miydiniz ?
İlla kaçıyorsanız İstanbul’dan ve yola çıkmak üzereyseniz Ege’ye doğru bölgenin doğasının verdiği malzeme ile olsun eviniz. Taş, toprak, ahşap.. İster doğa’da olsun ister şehir’de, tükettiklerinin farkındalığı ve sorumluluğu ile davranarak, tüketimini en yeter’e indirgemeye odaklı olsun.
Sağlıklı içme suyu, sağlıklı besin ve sağlıklı bir yuva olsun.
Pencere’leri kış günü güneş ışığına, gecesinde mehtaba baksın.
Cephesi cilt gibi; yağmur, kar, soğuktan korur; nefes alır, nemini dışarı atar olsun.
Mümkün olduğu kadar “az” müdahale ile yormadan ve yorulmadan evrene uyumlanan olsun.
İnşaası, uygulaması, kullanımı ile Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarının birkaç amacını karşılayan, döngüsel ekonomiyi benimseyen bir ev olsun.
Topluluk bahçeleri, özellikle yoğunlaşan kentsel alanlarda giderek daha fazla sağlıklı gıda kaynağı sağlamaktadır. Gelir düzeyine bakılmaksızın, şehir genelinde ve kırsal alanlarda bulunabilirler.
Katılımcıların sadece besleyici, ucuz ve kültürel olarak uygun taze sebze ve meyveler yetiştirmelerini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda ilişkileri de beslerler!
Görünmez ağlarla, sosyal bağlarla birbirine ilişkilli toplumlar olsun.
Evet kararınız kesin ve illa gidecekseniz Ege’ye; doğal hayata doğru, sağlığınıza yararlı ve çevreye saygılı, küresel ısınmaya karşı Birleşmiş Milletlerin ‘’Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’’ne uygun yaşam alanları seçin, bunların yapılabildiğini bilin, talep edin, sorgulamadan gitmeyin.
Şunu da unutmayalım ki geçmişimizin bilgeliğinde, kendi öz kültürümüzde, genlerimizde var olan değerlerimizi hatırlamak, sahip çıkmak, bugünün bilgisini katarak geleceğe bakmak, daha yaşanır bir dünya için büyük dönüşümün en önemli başlangıcı. Tüm bu okuduklarınız kalbinize dokundu, düşüncenizde bir değişim isteği başlattıysa hadi o zaman yolunuz açık olsun! Global düşünüp, lokal davranarak gittiğiniz yeri daha da güzelleştirin.
Başka türlüsünü mümkün kılanlara, emek veren bilgiyi paylaşan tüm meydan okuyuculara selam olsun!
Son olarak Döngüsel Tasarımcı ve ekolojik bakış açısıyla çalışmalarımızı özetleyen manifestomuz ve Mimar Frank Loyd Wright’ın doğa içinde tasarladığı “Şelale Evi” fotoğrafı ile bitirmek istiyorum.
Geçmişin bilgeliği, bugünün bilgisiyle, geleceği tasarlıyoruz …
Kaynakça:
* “Herkes İçin Kent” Cengiz Bektaş
* https://350turkiye.org/kent/
Türkiye Kadın Girişimciler Derneği
Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER), girişimcilik yoluyla kadının güçlenmesini hedefleyen bir sivil toplum kuruluşudur. Kadının sadece ekonomik olarak değil politik ve sosyal olarak da güçlenmesini hedefler. KAGİDER kadın girişimciliğini, kadınların eşitsiz ve dışlanan toplumsal konumlarının değişmesi ve bu sayede ekonomik güçlenme ile kadın güçlenmesini sağlayacağı için destekler. Kadın girişimcilerin sağlayacağı faydalar, kadınların güçlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına katkı verecektir.