Geçtiğimiz haftalarda heyecanla beklediğimiz iki ayrı belgesel Netflix’te yayına girdi. Bana göre her ikisi de ayrı ayrı ilham dolu yayınlar.
KISS THE GROUND
İlki ‘Kiss The Ground’ , onarıcı tarım üzerine Kuzey Amerika’da çekilmiş bir belgesel. Belgeselin seslendirmesini çevre aktivisti hem de bir oyuncu olan Woody Harrelson yapıyor. Filmin içerisinde toprak bilimi ile ilgilenen , onarıcı tarım ile ilgilenen, iklim krizine karşı uzun zamandır savaş veren birçok başarılı ismi görmek mümkün; Patricia Arquette , Allan Savory, John D. Liu, Gabe Brown ,Doniga- Erik Markegrad, Gisele Bundchen , Ian Somerhalder .. Ünlü isimlerin de olması belgeselin etkisini arttırıyor, belgeseli küresel tarımı dönüştürmek amacıyla güçlü bir eylem çağrısına dönüştürüyor.
Kiss The Ground, aslında iklim krizinin çözümünde gözden kaçan bir çözümü sunuyor ; onarıcı tarım . Çölleşmekte olan , canlılığın yitiren topraklarımızın restorasyonu. UN ‘e göre gezegenimizin kalan yüzey toprağı 60 yıl içerisinde yok olacak. Bu demek oluyor ki toprağımıza sahip çıkmazsak sadece 60 hasat dönemimiz kaldı.
Toprağımıza sahip çıkmazsak sadece 60 hasat dönemimiz kaldı
Birçok önemli bilim insanın fikirlerinin yer aldığı filmin altını çizdiği gezegenimizin mevcut durumuna gelirsek ;
• 1970’lerden bu yana gezegenimizin sahip olduğu toprağın 3’te 1’ni kaybettik.
• Kullanılan kimyasallar sadece toprağımızı kaybetmemizi neden olmuyor, iklim krizini de tetikliyor. Toprağa zarar verdiğimizde toprak atmosfere karbon salımı yapıyor.
• Toprağın yok olması sadece iklimimizin kaderini değil, birçok seyin kaderini belirler. Her yıl 40 milyon insan topraklarını terk etmek zorunda kalıyor. 2050’ye kadar 1 milyar insanın çölleşme nedeniyle başka ülkelere sığınma zorunda kalacağı tahmin ediliyor.
• Verimsiz topraklar yoksulluğa yol açar ; sel ve kuraklığın daha sık yaşanmasına , kitlesel göç haraketlerine neden olur.
Filmin ilerleyen bölümlerinde bizi çağımızın çevresel zorluklarıyla başa çıkmak için gereken çözümleri paylaşıyor ;
• Geleneksel tarım yöntemlerinden Onarıcı Tarım yöntemlerine geçmeliyiz.
• Topraklarımızın kalitesini arttıracak onarıcı tarım yöntemleri, iklimimizi de iyileştirecek.
• Geleneksel tarımdan yani pulluklar ile yapılan, tek bitki türünün yetiştirildiği, ürün yetiştirilmeyen ara dönemlerin olduğu tarımdan artık uzaklaşılmalıdır.
• Toprağımızda her daim canlı kökler olmalı. Çeşitli türde bitkiler yetiştirilmelidir Toprağın organik maddesinde her yüzde bir artışta , bir dönümlük toprak iki buçuk ton daha fazla karbon çeker.
• Hayvancılıkta ise bütüncül planlı otlatma uygulanmalıdır.
• Gıda israfı azaltılmalı , şehirlerde büyük çapta kompost uygulamaları yaygınlaştırılmalıdır.
Özet olarak ayaklarımızın altındaki organik yaşama saygı duyarak ve toprağımızı yenileyerek, yeryüzündeki karbonu yakalayabilir, iklimi stabilize edebilir, bozulmuş ekosistemleri geri yükleyebilir ve büyüyen bir nüfusu beslemek için yeterli gıda sağlayabiliriz.
A LIFE ON OUR PLANET
Diğer belgesel ise 94 yaşındaki efsane İngiliz çevreci ve belgesel yapımcısı David Attenborough ‘un sürükleyici sesi ile anlatıcılığını yaptığı ‘A Life On Our Planet’
Attenborough tabiat alanlarının kaybının yasını tutmak ve gelecek için bir vizyon sunmak üzere çokça çarpıcı görüntüler ile hayatını , kariyeri boyunca tanıklık ettiklerini , değişen dünyayı bizler ile paylaşıyor, kendi yolculuğuna da ışık tutuyor. Yıllar geçtikçe dünyanın inanılmaz bir biyoçeşitliliğe sahip iken , nasıl bu denli yoksun bir gezegene dönüştüğüne tanıklık ettiğini belirtiyor , bunları da çarpıcı rakamlar ile ortaya koyuyor.
Sadece kendi yaşamında biyoçeşitliliğin yarısını kaybettiğimizi ekliyor.
1937'de, Attenborough daha çocukken, dünya nüfusu 2,3 milyardı ve atmosferdeki milyonda 280 parça (ppm) karbondioksit ve biyoçeşitlilik oranı ise % 66'dı.
83 yıl ileri sarıldı ve şimdi Holosen döneminin istikrarlı sıcaklık aralığını ve iklimini terk ettik. 2020 yılında Dünya’da 7,8 milyardan fazla insan var ve atmosferde 415 ppm karbondioksit var ve biyoçeşitlilik oranı yalnızca % 35.
Belgesel devamında bundan sonra aynı bu şekilde yaşamaya devam edersek , yaşamın nasıl olabileceğini bize gösteriyor. Resim oldukça endişe verici;
Amazon yağmur ormanlarının kuru bir savana dönüştüğü bir dünya, yazların buzsuz geçtiği bir Kuzey Kutbu, İklim krizinin git gide şiddetlendiği, balıkların ve deniz canlılarının yavaş yavaş yok olduğu, gıda güvenliğinin ve yeterli gıdanın olmadığı çok daha güvensiz bir dünya..
Bilim insanlarının üstünü çizdikleri bir şey var ; 6. Kitlesel Yokoluş Çağı’nı yaşıyoruz. Doğa her zaman kendini yeniden inşa etmenin bir yolunu bulur. Bunu , Dünya'daki son beş kitlesel yok oluştan sonra yaptı . Gezegen uzun vadede iyi olacak; yalnız onu görmek için insanlık etrafta olmayabilir.
Birçoğumuzun şimdi anladığı şey, Attenborough ve çevre araştırmacısı bilim insanlarının onlarca yıl önce fark etmeye başladıkları şeydir: Gezegenimiz bizim yüzümüzden değişiyor ve karşılığında bizi değişmeye zorluyor.
Belgesel daha fazla geç kalmadan yapmamız gerekenlerin altını çiziyor ;
• Toplumumuza güç sağlamak için fosil yakıtlardan vazgeçip, yenilenebilir enerjiye geçmek
• Yoksulluğu ortadan kaldırmak ve eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimi iyileştirmek için insan nüfusunun büyümesini yavaşlatmak
• Tarım ilaçlarının kullanımının bırakılması, onarıcı tarım uygulamalarına geçilmesi
• Ormansızlaşmayı durdurmak ve doğal yaşam alanlarını yeniden ağaçlandırmak ve bu süreçte doğal karbon yutaklarımızı eski haline getirmek
• Kaybolan biyolojik çeşitliliğini geri kazanmak
• Deniz yaşamını eski haline getirmek için belirli bölgelerde avlanmayı yasaklamak
• Büyük ölçekli hayvan tarımı ihtiyacımızı azaltmak için daha bitki bazlı bir diyet benimsemek
Attenborough, "Bu, gezegenimizi kurtarmakla ilgili değil, insanlığı kurtarmakla ilgili." diyor.
Her iki ilham dolu belgeseli izlemenizi tavsiye ederim, çıkarılacak çok mesaj var .