Kagider blogdaki ikinci yazım aklımdan peronlar halinde peşi sıra giden düşüncelerin bir toparlanması gibi oldu.
Benimle beraber bir tren yolculuğu yapar mısınız?
Bu günlerde aydınlanma üzerine yoğunlaştım. Aydınlanmadan kasıt bu konuda yayınları ve yazılanları toparlayıp içine biraz Ay-dan yorumu ve bu konudaki farkındalığımızı arttırmak.
“Zygmunt Bauman’ın modern dönemin iktidar modelini Bahçıvan metaforu ile simgelediğini okuyunca ben de kendi bahçemdeki börtü böceğin yanı sıra hayat ağaçlarımın bana yansıttıkları enerjileri düşündüm. Gelin bu metaforu biraz açalım ve üzerinde düşünelim. Çünkü Aydınlanma sürecinin ve Modern dönemin sorunlarının temelinde bu tür yaklaşımların da önemli rol oynadığını düşünüyorum.
“Bahçıvan, sürekli olarak bahçeyi denetler, düzenler ve temizler. Aksi halde bahçeyi yabani otlar saracak ve bahçe, bahçe olmaktan çıkacaktır.” diyor Bauman.
Bu düşünce tarzı; insanı birey olarak hiçe sayan, onu toplum içinde eriten, eritemediklerini ya da istediği şekle ve kıvama gelmeyeceğini düşündüklerini de toplum içinden (bahçeden) ayıklayan bir yaklaşım tarzıdır. Başlangıçta çok masumane ve iyi niyetle başlayan, tüm toplumu kalkındırmayı ve ilerletmeyi amaçlayan bu çaba, zamanla baskı rejimlerine evrilip son evrede Faşizme ya da Nazizme yönelmiştir.
Bu rejimler, bir yandan bahçenin kendilerince iyi-has bitkilerini koruyup kollayarak ve düzenleyerek, dışarıdan bütün bahçenin mükemmel görünmesini sağlar, diğer yandan yabani ot olarak gördüğü kesimleri (Yahudiler, çingeneler, muhalifler, aykırılar, dokunulmazlar) ayıklayarak toplum dışına atar ya da yok eder. Tabii bu arada mükemmel toplum düşüncesine aykırı gördüğü sakatlar, zeka özürlüler gibi kesimler de hedeftedir ve yok edilmeleri gerekir. İleri bir hedef olarak da bahçenin kalitesini arttırmak üzere, kendinden olan genç nesiller, altın nesil olarak (aynı Platon’un Devlet’indeki gibi) toplum denetiminde “üretilip” ve yetiştirilecektir.
Hepimiz bazen ideallerimizi belirlerken başka bir bakış açısıyla düşünebiliyor muyuz ? Yoksa hedefimize kilitlenip bir kaç adım sonrasını planlamaktan aciz miyiz? Yoksa ayan beyan körlüğü mü seçiyoruz?
“Aydınlanma ile başlayan, insanın her şeyi başarabileceğine ve her istediğini yapabileceğine olan güven, bir yandan Kutsal Kitaplardaki “Dünyanın nimetlerinin insanlar için olduğu” ifadesine, diğer yandan bilimsel gelişmelerin ve başarıların “maddede geçerli iken insan toplumlarında neden geçerli olmasın” kabulüne dayanır.” der Erdoğan Okay... Makinanın icadı, insanın da sonuçta aslen bir makina olduğu düşüncesini doğurmuş, böylece bireyden başlayarak insan toplumunun bütünüyle yönetilip saat gibi çalışacağı bir düzen hayal edilmiştir. Birey, saatin parçalarına indirgenmiş ve “tıkır tıkır çalışmak”, modern toplum için bir hedef haline gelmiştir. (Belki bu yüzden en azından bu pandemide tıkır tıkır çalışmayan bir sistemde bir hayli zor olsa da yeni hayat algoritmaları geliştirdik.)
“İki önceki cümlede değindiğim saptama sadece faşist toplum yönetimi için değil, hatta daha farklı seviyede de olsa, kapitalist toplum için de geçerlidir. Bu toplumlar, faşist yönetimin yukarıda belirtilen reflekslerinin nüvelerini kendi içlerinde taşır ve kriz dönemlerinde bu refleksler uç verir. Hatta, objektif bir şekilde ve yakından bakıldığında, kendine sosyalist diyen veya hedef olarak komünizmi benimsediğini belirten siyasi düzenlerin uygulamalarının bu yaklaşımın hiç de dışında olmadığı görülür.
Özetle, modern dönem toplum yönetimlerinin genel karakteri, toplumun ve onu temsil eden devletin bireyden önce geldiği kabulüdür. Ya birey nasıl olmalıdır yeni dünya düzeyinde ?
Burada bir tüme varıma gidecek olursak insanın internet yardımıyla yoğun iletişim içinde daha yoğun bir kendini bireysel ifade tarzına doğru yöneldiğini söyleyebiliriz .
“Platonculuğun, Yeniplatonculuğun, Aristotelesçiliğin, Hermetisizmin ve Kabala öğretisinin sentezi olan tezlerini, -Rönesans'ın Manifestosu- olarak anılan felsefi eserinde toplayarak Rönesans Hümanizminin temellerini atan Giovanni Pico della Mirandola, o eserinde insanın gizilgüçlerini şöyle ifade etmiştir” der
Mithat Münevveroğlu...
"Kendi iradene ve onuruna uygun şekilde
özgür olasın diye,
kendi yaratıcın olasın,
kendini inşa edebilesin diye,
seni ne ilahi, ne dünyevi,
ne ölümlü, ne de ölümsüz yarattık.
Özgür iradeye bağlı
bir büyüme ve gelişme yetisini
yalnızca sana verdik.
Sen,
içinde evrensel bir yaşamın tohumlarını taşıyorsun"
Yeniden günümüze sıçrarsak, son yılların en çok okunan "Sapiens" kitabının bir başlığı da "Hayvanlardan Tanrılara"dır. Bu başlığın anlatmak istediği; türümüzün, 6 milyon yıl önce kuzenleri şempanzelerden ayrıldığından beri hayvan olmanın ötesine geçmesi, Tanrı olma yolunda ilerlemesidir.
Bütün bunlardan benim anladığım şudur; insan yaratandır, hatta öyledir ki kendisini bile yaratır. İnsan kendisini belirleyendir, kendisini gerçekleştirendir. Bu yaşımda yeniden bir şeyler yaratmanın, içimdeki renk bilgisini renklerin enerjisine dönüştürmeyi ve bunu yaymayı önemsiyorum. Umarım hepimiz yeni öğretileri keşfederek aydınlanma yolunda daha bir kaşif olarak ilerleyip, insanın daha kullanmadığı potansiyellerini ortaya çıkarma yolunda daha çok yoğunlaşacağı hakkındaki düşünceme katılırsınız.
Sevgilerimle,
Aydan Baktır
Türkiye Kadın Girişimciler Derneği
Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER), girişimcilik yoluyla kadının güçlenmesini hedefleyen bir sivil toplum kuruluşudur. Kadının sadece ekonomik olarak değil politik ve sosyal olarak da güçlenmesini hedefler. KAGİDER kadın girişimciliğini, kadınların eşitsiz ve dışlanan toplumsal konumlarının değişmesi ve bu sayede ekonomik güçlenme ile kadın güçlenmesini sağlayacağı için destekler. Kadın girişimcilerin sağlayacağı faydalar, kadınların güçlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına katkı verecektir.