Toplantı, KAGİDER başkanı Gülseren Onanç’ın konuşması ile başladı. Türkiye’nin gelişmişlik endeksinde kadının istihdama ve siyasete katılımının düşük olduğunu belirten Onanç, KAGİDER’in bu konudaki problemlere çözüm üretmeye çalıştığını söyledi. Prof. Dr. İnsel konuşmasına, krizlerin 25 – 40 yıl arasında değişen zaman aralıklarında çıktığını, uzun vadede ekonomiyi şekillendirdiğini söyleyerek başladı. 2. Dünya Savaşı sonrasında kurumsal anlamda kopuşlar olduğunu dile getiren İnsel, bu durumun 1970 – 1980 aralığına kadar sürdüğünü ve 1980 sonrasında da eski kurumların faaliyetlerini değiştirdiğini kaydetti. Kısacası 1980 sonrasında neo – liberalizme yönelinerek piyasa genişlemesi için politikalar üretilmeye başlandı. 1980’den sonra piyasa ilişkilerinin olmadığı eğitim, kültür gibi alanların piyasa ilişkilerine dönüşmüş olduğunun altını çizen İnsel, neo – liberal dalganın taşıyıcı ekseninin ortak mülkiyete ait olan alanın ve piyasa ilişkilerinin genişlemesi olarak tanımladı. “Kriz bunun sürdürebilirlik sınırlarını gösterdi” diyen Prof. Dr. İnsel, krizi yaratan sebeplerden birinin mali piyasalardaki büyüme, diğer eğilimin de geleceksel olarak istihdam ve büyüme arasındaki yakın pozisyon ilişkinin kırılması olduğuna dikkat çekti: “Son krizde Keynesyen politikalar gündeme gelemedi, çünkü Keynesyen politikaların temelinde kısa vadede büyüme sağlanması durumunda istihdamın da artacağı varsayılıyordu. Keynes’e dönüş yeterli değildi. Ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığımız ortaya çıktı. Büyüme olduğu sürece yeni politikaların gerekliliği arttı. İstihdam esnekleşti, dolayısıyla eksik istihdam arttı.” İnsanların iş sahibi olsa bile iş güvencesinden yoksun olduğunun ve yoksulluk seviyesinden aşağıda olduğunun ortaya çıktığının görüldüğünü söyleyen İnsel, bunun tamamlayıcı unsuru olaraj kadın emeği merkezli esnekleştirme modellerinin gündeme gelmeye başladığını belirtti. Büyüme ve tam istihdam arasında piyasanın kendi içinden ürettiği bir dinamikle tesis edilmesinin mümkün olmadığını gözlemleyen Prof. Dr. Ahmet İnsel, bu sebeple ekonomide ve istihdamda bir kırılma olduğunun altını çizdi. Krizde son dalganın hizmetler sektörüne girilmesiyle olduğunu dile getiren İnsel, hizmet sektörünün vasıfsız işçi kullanımına yöneldiğini ifadelerine ekledi. İnsel, bilişim sektörüne girmemiş sektörleri, küçük zanaatleri, yaşlılara ve çocuk bakımına yönelik hizmetleri örnek olarak gösterdi ve kadın istihdamının bu yöne kaydığını söyledi. Kadın emeğinin vasıfsız veya parçalı emek sürecine yatkın olan bu alanlarda daha çok kullanılması sebebiyle bir esnekleştirme olduğunu belirten İnsel çok çarpıcı bir açıklamada bulundu: “Kadını kültürel olarak ev içi hizmet üretiminin asli sorumlusu kılarsanız kadını yapısal olarak klasik istihdam alanında erkeklerle rekabet edemez hale getirirsiniz.” Türkiye’deki kadın istihdamı konusundaki sorunlardan ilkini cinsiyetçi iş bölümü olarak tanımlayan ve tüm toplumlarda da olduğunu belirten İnsel, Türkiye’de 1999’da yayımlanan, Jenny B. White’ın Para ile Akraba – Kentsel Türkiye’de Kadın Emeği adlı kitabından örnekler sundu: “Jenny B. White, Ümraniye ve çevresinde yaptığı antropolojik çalışmasında üretim sistemi içindeki emek ve güç ilişkilerinin kuruluşunda cinsiyetçi iş bölümü ve akrabalık ideolojisinin oynadığı rolü inceliyor. Kadınların parça başı iş yapmayı ya da atölyede çalışmayı kız evlat, eş, anne ve komşu olma rolleri gereği gerçekleştirdikleri bir etkinlik olarak görmeleri, sömürüye dayalı kapitalist ilişkilerin üzerini örtüyor. Kadın kendisi olarak değil, aile ilişkisi çerçevesinde çalışıyor. Bu ilişkileri işçi – işveren olarak tasarlamaları mümkün olmuyor.” Saniye Dedeoğlu’nun kadın emeği üzerine kaleme aldığı bir kitaptan da bahseden İnsel şunları söyledi: “Kadınların üzerinde erkeklerde olmayan bir borç yükü var. Bu yüzden bugün hizmet sektöründeki büyümenin çocuk – yaşlı ve ev bakımında kadın emeğinin olduğu görülüyor. Türkiye’de kadın emeği 15 – 64 yaş arasındaki kadınların içinde kayıtdışı ve kayıtlı çalışan veya aktif biçimde iş arayan kesim ile %22 – 23’lerde ve son dört yıldan beri bir düşüş yaşanıyor. Erkeklerde ise bu oran %60’lara yakın. Tarım alanında kadın emeği katılımı, toplam kadın istihdamı içinde %45. Çalışan nüfusun 3’te 1’i tarımda. Ezici çoğunluk ile ücretsiz aile işçisi. Kentsel nüfusta kadının çalışma oranı çok daha düşük. Kadınların tarımsal üretimden bir kopuşu varken, kentsel alanda da kadınlara yeterince istihdam yaratılamıyor. Toplam kadın nüfusun yüzde 50'ye yakını istatistiklere ev kadını olarak geçiyor ya da kentsel alanlarda yaratılan marjinal ve kayıt dışı işlerde çalışıyorlar. Kadınların kayıt dışı çalışma oranları ise yüzde 58 gibi çok yüksek bir oranda. Aynı oran erkeklerde yüzde 38 düzeyinde. Bu kendiliğinden gidişat devam ederse kadınlar daha fazla hizmet sektörüne yoğunlaşacak ve vasıfsız işçi yayılması içinde daha fazla ezilmeye devam edecek.” İkinci sorunun ücret eşitsizliği olduğunu dile getiren İnsel; bunun sebeplerinden birinin kadınların ve erkeklerin farklı sektörlerde çalışmak durumunda oldukları için belirdiğini, diğer sebebin ise yapısal fark olduğunu söyledi. Üçüncü sorunu ise İnsel, kadının iş hayatında sadece belli bir noktaya kadar yükselebilişi; buranın ötesine ilerlemesinin, karar verme yetkisine sahip insanların, nihayetinde ataerkillikle bağlantılı, bir dizi bilinçli / bilinçsiz düzenlemeleriyle engellenişi durumunu anlatmak için kullanılan “cam tavan” tabiri ile açıkladı. Dördüncü sorunu İnsel, sosyal güvenlikten dışlanan en büyük grubun kadınlar olması şeklinde tanımladı. Kadının ailesi sebebiyle toplumsallaşıyor olması, Türkiye’deki sosyal güvenlik yapısını ortaya çıkarmaktadır. İnsel: “Beşinci sorun, örgütlülük sorunudur. Türkiye’de sendikalar, kamu emekçi sendikaları hariç erkek egemen yapıdadır. Kadın çalışan olmadığı gibi yönetimde de yer almamaktadırlar. Kadınların aktif toplumsal aktör haline gelmesini sağlamak çok zor. Siyasal hayatta da aktif olması konusu da buna dahildir örgütlülük açısından.” Toplumun % 70’inin kendisini muhafazakar olarak tanımladığını belirten İnsel, insanların önceliğini ailelerine verdiğini, kadının yeri ailesidir anlayışının hakim olduğunu söyledi. Hükümet politikaları ne olmalıdır sorusunu soran İnsel, tek boyutlu bir politikayı gündeme getirmenin yetersiz olacağını düşündüğünü kaydetti. Kültürel olarak hiçbir toplumda hoş karşılanmayan bir pratik olarak çocuğun erken yaşta kreşe yollanması konusundan bahseden İnsel, bunun kadının çocuğuna bakmaması olarak algılandığını söyledi. Doğal yaşam baskısı olarak beliren bir diğer öğenin de “en iyi çocuk yetiştiren kadın en çok emziren kadındır” fikri olduğunun altını çizen İnsel, kadınların toplumsallaşmaları ve emek dünyasında özerkleşmeleri açısından çocukların erken yaşta sosyalleşmesi için hükümet politikalarının düzenlenmesi gerektiğini söyledi: “Kadınların üzerindeki iki iş baskısını veri kabul edip çalışma yaşamında kadınlar için politikaların düzenlenmesi şart. Düzensiz çalışma saatlerine kadınlar dayanamaz. Kadınlar, ev yükünü başkalarının sırtına atamaz. Kadınların spesifik örgütlenmeye ihtiyaçları var. Ev merkezli çalışan kadınların örgütlenmesini düşünmek gerekir, çünkü bu sektör hiçbir zaman bitmeyecek bir sektör.”