15 Aralık Çarşamba günü, Radikal Gazetesi’nin desteğiyle gerçekleştirdiğimiz Radikal Sohbetler toplantılarının konusu “Bugünün Kürt Kadınları” oldu.
Toplantının açılış konuşmasını yapan KAGİDER Başkanı Gülseren Onanç, Radikal Sohbetler toplantılarını bir yıl önce başlattıklarında Türkiye’nin kadın konularında en duyarlı gazetesi ile sıradışı konuları gündeme taşımayı ve gündemi açıklıkla konuşmayı hedeflediklerini söyedi. “Geçen senenin temmuz ayında hükümet Kürt açılımı gerçekleştireceğini söylediğinde bu zamana kadar çözülebileceğini hayal bile edemediğimiz kronik bir problemin çözümü için biz de destek vermek istedik” diyen Onanç, önce KAGİDER içerisinde annelik ve kadınlık dili üzerinden kendi içlerinde konuşmaya başladıklarını dile getirdi. İlk olarak gazeteci Cengiz Çandar’ı konu ile ilgili konuşmak üzere KAGİDER’de ağırladıklarını belirten Onanç, hemen arkasından KA-MER Başkanı Nebahat Akkoç ve Psikiyatri Uzmanı Dr. Dilek Yeşilbaş’ın konuşmacı olarak katıldığı Radikal Sohbetler toplantısı düzenlediklerini ve bölgede yaşananları birinci ağızlardan dinlediklerini ifade etti. Paylaşmanın sorunu çözmede etkili bir sistem olduğunu fark ettiklerini kaydeden KAGİDER Başkanı, çatışmalar kadın siyasetçiler üzerinden durdurulabilir mi diye düşündüklerini ve iki kere de AK Parti, CHP ve BDP’li kadın milletvekillerini bir araya getirdiklerini söyledi ve ekledi: “Türkiye’de Kürt sorununu barış diliyle nasıl çözebiliriz ve Türk siyasetçilerimizle bu soruna nasıl çözüm bulabiliriz, onları konuştuk.”
Gülseren Onanç son olarak Silahlanma Yasası’na ilişkin endişelerini de dile getirdi. Birden bire önlerine gelen Silahlanma Yasası’nın nereden çıktığını ve neden bu yasaya ihtiyaç duyulduğunu anlayamadıklarını ifade eden Onanç, “KAGİDER olarak bu yasanın geçmemesi için elimizden gelen herşeyi yapacağız” diyerek sözü Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can’a bıraktı.
İlk olarak Radikal Gazetesi’nin başlattığı “Savaşma Konuş” kampanyası’ndan söz eden Eyüp Can, 500 bin imza toplamak için yola çıktıklarını ve şu an 530 bin civarında görüş ve imza topladıklarını söyledi ve ekledi: “Toplanan görüş ve imzaları Meclis Başkanı’na götürüp teslim edeceğiz. Çözüm üretilecekse sivil bir irade olduğunu görsünler istiyoruz.” Kürt sorununun çok konuşulduğunu, tartışıldığını söyleyen Can, içerik ve bilgi eksikliği olduğuna dikkat çekerek konuşmaların ülkenindoğusunda ve batısında algılanmasının çok farklı olduğunu ifade etti. 68’in meşhur sloganından esinlenerek oluşturulan “Savaşma Konuş” kampanyasını başlatırlarken sadece Türkiye odaklı değil dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan benzer sorunlardan da yla çıktıklarını söyleyen Can, ETA’dan IRA’ya bütün örnekleri anlatmak için bir dosya hazırladıklarını anlattı. Sivil toplum kuruluşlarının temaslarının önemli olduğuna da değinen Can, konunun sonuçta devlet boyutunda bir sorun olduğunu ve orada da bir derinleşme sağlanamadığının altını çizdi. Sorunun pek çok boyutu olduğunu ve bunu bölgede yaşayan insanların ağırlıklı olarak hissettiğini ifade eden Can, Türkiye’nin dört bir yanında yaşayan Kürtler’in de varlığını hatırlatarak sorunun dil boyutuna da değindi. Kampanya hazırlıkları sırasında Kürt mizahının olup olmadığını araştırdıklarını söyleyen Can, “Çok okuyan bir arkadaşıma gittim ve Kürt mizahı yapacağımı söyledim. Arkadaşım ise şaşırdı ve ‘Kürt mizahı mı var?’ dedi. Biz de araştırdık ve onlarca Kürt mizahçısı olduğunu öğrendik. Varlar ve bizler bilmiyoruz. Dünyayı takip ediyoruz ama yanıbaşımızda neler oluyor, insanlar hangi türkülerle ağlıyor, ayıcı nasıl mizaha dönüştürüyorlar, gülerken nelerle gülüyorlar bilmiyoruz.” şeklinde konuştu. Türkiye ortalamasının üzerinde Kürt kadınlarında bir bilinç geliştiğine dikkat çeken Can, bunun önemine değindi: “Bu sorunu masa etrafında sabaha kadar konuşabiliriz, ama çözüm birbirimizin hikayelerine kulak kabartabilmek. Türkiye’nin yaşadığı süreç ayrışmayı beslemiş durumda. Yapılan çalışmalar sonucu insanlar Kürt komşu istemeyebiliyor, Türk ve Kürt’ün birlikte iş yapma oranı gittikçe azalıyor. Kampanyayı tüm bu boşluğa ne kadar atıf yapabiliriz? Bu kaygı ile yola çıktık. Kürt kadınları da dosyalarımızdan biriydi.”
Deneyimli gazeteci Oral Çalışlar konuşmasına Kürt kadını meselesi gündeme geldiğinde erkeklerin meydana çıkıp konuyu tartıştığı eleştirilerinin yapıldığını söyleyerek başladı. Bu yüzden yazı dizisini kadın arkadaşlarla beraber yapmak üzere yola çıktıklarını, ancak bunun olamadığını dile getiren Çalışlar, dizinin içinde kadın olmadığı için bir yönüyle eksik kaldığını söyledi. Reyhan Yalçındağ Baydemir’in ve Leyla Zana gibi isimlerin katkıları olduğunu hatırlatan Çalışlar, Kürt meselesine esasen kadın gözüyle bakılması gerektiğini söyledi. Kürt meselesinin aslında karşımıza savaş meselesi olarak geldiğini belirten Çalışlar, “Savaş demek ölüm demek. Ölüm denilince de erkeklerin çarpıştığı, onların yürüttüğü bir savaş olduğu için mesele erkeklerin dışına çıkamadı. Ama sonra ne oldu? Bu çatışma ortamında her yerden etkili kadınlar ortaya çıkmaya başladı. Kürt hareketi içerisinde kadın hareketi de şekillendi. Kadınlar da dağlara çıkmaya ve dağlarda ölmeye başladı. O zaman da kadınlarla erkekler arasında bir fark olmamaya başladı, çünkü kadının da erkeğin de isyanı aynı sebeptendi.”
Parlamentoda % 40 oranında BDP’den kadın olduğunu ve BDP’nin belediye meclislerinde kota uyguladığını kaydeden Çalışlar, BDP’nin 99 belediye başkanında 14’ünün kadın olduğunu vurguladı. Diyarbakır’ın Bağlar Belediye Meclisi’nin isim listesine baktığında sekiz tane Ak Partili Meclis Üyesi olduğunu söyleyen Çalışlar, gelişimin sadece BDP’ye özgü olmadığının bölgede bir gelişimin olduğunun altını çizdi. Çalışlar’a göre Kürt hareketi kadınlar yoluyla sivilleşiyor. “Kadınlar yönetime geldikleri alanları sivilleştiriyorlar” diyen Çalışlar, Türkiye’deki örneklere İsveç’te yaşadığı bir deneyimi de ekledi. “İsveç’e giderek kadın hareketini görmek istedim. Randevularımdan biri Eşitlikten Sorumlu Bakan ile. Kapıda karşılandık. Yukarı çıktık, geçtik oturduk. Bizi karşılayan kadın kahve yaptı bize. Bakan gelsin diye bekliyoruz, meğer bizi karşılayan ve kahve yapan bakanın ta kendisiymiş.”
Çalışlar sözlerine “Kadının siyasetteki gücünün artması, sadece savaştaki acıların paylaşılması açısından önemli değil, insana dokunmak, oranın havasını içinde hissetmek, meseleyi anlayabilmek, empati yapabilmek için gidip yerinde görmek gerek.” diyerek son verdi.
Reyhan Yalçındağ Baydemir konunun hassasiyetine değinerek “Mesele birbirimize dokunmak meselesi” diyerek toplantıda olmaktan duyduğu memnuniyeti de dile getirdi. “Ne kadar çok bir araya gelirsek ve kadın hikayelerini artırırsak sorunları o kadar çabuk aşabiliriz” diyen Yalçındağ Baydemir, tanıklığını ettiği bir süreci paylaşarak ve kadın dilini kullanarak olumlu bir adıma vesile olursa bunun kendisi için mutluluk verici olduğunu ifade etti. Hafızaya önem verdiğini vurgulayan Yalçındağ Baydemir, “Hafızalarımızı taze tutarsak geleceğe yön verebiliriz” dedi. Bu yüzden 30 yıla dair birşeyler konuşmak gerektiğini savunan Yalçındağ Baydemir, kendi hikayesini katılımcılara aktardı. “12 Eylül geldiğinde 6 yaşındaydım. Ailem Kürt sol hareketi içerisindeydi. Elinde bebeklerle oynayan bir çocuk değildim. Evimize gelen askerlere ne söylenmesi gerektiğini öğrenen bir çocuk oldum ve ben 6 yaşındayken ailemden bazıları diyarbakır cezaevine girdi. Şu an öykülere, belgesellere dönüşen o cezaevinin yolunu ezbere biliyorum. Yaşamakla anlatmak bir değil. Annemi 24 saat ağlayan bir kadın olarak hatırlıyorum. Anneannem Türkçe bilmezdi ve sırf bunu anlamasınlar diye çocukları ile konuşamazdı. Sadece onlara bakardı.” Bu tanıklıklar sebebiyle ve sürekli cezaevlerine gidip geldiği için avukat olmaya karar verdiğini söyleyen Yalçındağ Baydemir, çevresindeki herkesin doktor olmasını istemesine rağmen ve sayısal mezunu olarak hukuğa ilk senesinde girdiğini anlattı. Yaşanmışlıkların kolay kolay unutulmadığını dile getiren Yalçındağ Baydemir, Kürt halkının çok genel ve çok haksız bir trajediye maruz kaldığını söyledi. 91 senesinin faili meçhullerin, göz altına alınışların, yargısız infaza maruz kalınılan en debdebeli sürecin başladığı dönem olduğunu kaydeden Yalçındağ Baydemir, 90’ların başında öğrenci hareketi içinde yer alan Kürt kadınlarının ayrımcılığın farkında olmadığını ifade etti. Yine 90’lı yıllarda kafileler halinde kız ve erkek öğrencilerin dağa çıktığını söyleyen Yalçındağ Baydemir, gözaltına alındığı dönemi de katılımcılarla paylaştı. 18 yaşında genç bir gazeteci olan Ferhat Tepe’nin boğulduğu iddiası ile 1993 yılında cesedinin bulunduğunu söyleyen Yalçındağ Baydemir, yıllar sonra Ferhat Tepe’nin AİHM’deki davasına avukat olduğunu hatırlattı. 1998 yılında insan hakları hareketinde çalışmaya karar veren Yalçındağ Baydemir, “Bana çok şey öğrettiğini düşündüğüm bir süreçti. Hayatta hiç karşılaşmadığınız insanlar için birşeyler yapmak önemli.” dedi. İnsan Hakları Derneği Başkan Yardımcılığı da yapan Yalçındağ Baydemir, 4,5m insanın mağdur edildiğini ve faturanın çoğunu da kadınların ödemek zorunda kaldığını ifade etti. Bu 30 yıllık birikim ve yaşanmışlıklarla gelinen şu anki sürecin tek başına aşılabilecek sorunlar olmadığını savunan Yalçındağ Baydemir, “Savaş kanatır, acıtır. Savaşa en çok kadınların karşı çıkması gerekir.” diyerek tüm kadınlara çağrıda bulundu.
TESEV Demokratikleşme Programı Yöneticisi olan Dilek Kurban, hukuk okumaya nasıl karar verdiğini katılımcılarla paylaştı. Amerika’dan Diyarbakır’a gelen bir grubun yaptığı bir araştırmada tercümanlık ve asistanlık yapan Kurban, Diyarbakır’da geçirdiği o birkaç haftadan etkilendiğini ve hukuk dilinin gücünü orada fark ettiğini söyledi ve ekledi: “Benim hiç bilmediğim bir dili kullanıyorlardı. Bundan çok etkilenmiştim.” Türkiye’de o bölgedeki Kürtlerin kadını ve erkeği ile siyaset konusunda Türkiye ortalamasının üzerinde olduğunu belirten Kurban, her gün büyük bir mücadelenin içerisinde olduklarını ifade etti. Kürt kadınının bilincini devletin oluşturduğunu kaydeden Kurban, “Köyleri boşaltırkan kadınlar çocuklı mu, yalnız mı, aç mı hiç düşündüler mi?” diye sordu. Devletin Kürt halkını politik aktör haline getirdiğini savunan Kurban, bunun artık geri dönüşü olmadığını ve Kürt meselesi koşulurken geçmişi görmeden, geçmişin hakkını teslim etmeden yapılacak tüm “iyi niyet” gösterilerinin gayrimeşru olduğunu düşündüğünü ifade etti.
Toplantı, soru cevap bölümüyle son buldu.